3 Kasım 2008 Pazartesi

Seni özleyeceğim ama unutmayacağım...



Anneannem...
.
Bana çetik örmeyi öğretmişti, çok güzel sütlaç yapardı, “anakuzularım geeelmiş “ diye kapıya çıkar bizi karşılardı, 6 torununu peşine takar mahalle bakkalına götürürdü, bize ne istersek alırdı, küçücük bir cüzdanı vardı, aynı kalabalıkla fırına da giderdik, ekmek alırdık bi sürü, malum ev kalabalıktı...
Çok marifetli sanmayın, öğle yemeğinde bize sahanda yumurta yapardı ama içine anneanne tadı katardı... Yaramazlık yapınca bize hiç kızmazdı, annelerimiz bizi azarlar, o ise “amaan be şekerim çocuk onlar “ der alkış yapar, güzel güzel güler ortamın gerginliğini yumuşatmaya çalışırdı...
Evi giriş katındaydı, sokaktan satıcılar geçerdi, simitçiler, poğaçacılar, eskiciler, yorgancılar...
Hele bir karadumancı vardı...
Anneanneme gidince mutlaka karaduman alınırdı, çocuklar evin pencerelerine oturtulurdu, iki bacağımızı parmaklıkların arasından geçirirler, elimize karaduman külahlarını tutuştururlardı, anneannem altımıza minder koymayı asla unutmazdı, poponuz üşümesin der, gene alkışlar içinde bize gülücük saçardı.
.
Dedemle tanışmalarını anlatırdı...
O askeri hastanede terzilik yapıyordu, dedem ise uzman çavuştu...
.
Çapkın yakışıklı “Durmuş Çavuş” gelip geçerken bu terzi kızı farkediyordu, ama kızın bundan hiç haberi yoktu. Bir akşam geç saate kadar hastanede önlük dikti terzi kız,
Durmuş Çavuş da tesadüfen oradaydı,
hem saatin ne kadar ilerlemiş olduğu hem de kızın tek başına olduğu takıldı aklına,
tanışmak için bundan iyi fırsat mı olurdu?
Gitti kızın yanına,
“ Geç oldu terzi hanım , daha çalışacak mısınız, evinize nasıl döneceksiniz?”
diye girdi lafa...
Kız saf saf
“ Evet haklısınız geç olmuş, fark etmemişim eve dönme vakti gelmiş”
diye cevapladı yakışıklı delikanlıyı.
“Eğer tek başınızaysanız müsaadenizle size eşlik edeyim evinize kadar, bu saatte yalnız çıkmayın yollara”
dedi Durmuş Çavuş.
Terzi kız kabul etti çok düşünmeden, saat gerçekten geç olmuştu, tek başına dönmek bu çavuşla yürümekten daha tehlikeli gibi duruyordu, çıktılar yola...
Havadan sudan konuştular yol boyunca, anlamadan yaklaştılar terzi kızın sokağına.
Kızın babası da meraklanmış, evden çıkmıştı, kızını hastaneden almaya.
Gün görmüş bir adamdı Cemal Aga, ama gene de demişti işe girmeden önce
“kız parası tuz parasıdır, çalışma”
diye hem kızına hem karısına.
O akşam evden çıkarken belki yine bu düşünceler dolanıyordu aklında,
ama sokağın başında gördü kızını,
sağ salim dönüyordu evine
lakin yanında bir delikanlıyla.
Kız tanıştırdı Durmuş Çavuş’u babasına, kısa bir hoş beşten sonra, yalnız bırakmayıp buraya kadar eşlik ettiği için teşekkür ettiler çavuşa ve girdiler sıcak ocaklarına...
İşte o akşam eve birlikte gelmeleri yetmişti evlenme kararlarına.
Cemal Aga’nın çok gözü tutmuştu Durmuş Çavuş’u, zaten zengin ya da fakir olması değildi damadında aradığı, insanlıktı ve Durmuş Çavuş kızına insan gibi davranarak Cemal Agadan en yüksek puanı almıştı.
Durmuş da o akşamdan sonra boş oturmadı tabi, kızın evine yakın kahvehanelerde Cemal Aga’yı ve terzi kızını araştırdı, tanıdıkların ağzından bilgiler kopardı...
Bir şekilde evlendiler,
terzi kız dışındaki herkes memnundu,
o sessiz kaldı,
kararsız kaldı
ama zamanla o da Durmuş Çavuş’a çok alıştı,
hep ona bağlı kaldı, onunla birlikte şehir şehir dolaştı, memleketin her köşesinde yaşadı, 5 tane çocuk doğurdu, Durmuş Çavuş eve ne getirdiyse onunla doydu...
Hatta bu çavuşu öylesine sevmişti ki,
80 yaşına gelip, mavi gözlü, beyaz saçlı, tonton bir ihtiyar olduğunda,
alzheimer kapısını çalıp,
zaten sakin mizaçlı terzi kızı daha da sakin biri yaptığında,
bir zamanlar peşine katıp bakkal bakkal dolaştırdığı torunlarını,
çocuklarını
uzak akrabalar, komşu çocukları, yoldan geçen insanlar belki de düşmanlar yaptığında bile
Durmuş Çavuş hiç çıkmadı aklından,
yemeğini yedi mi, nerede kaldı, eve geldi mi, beni merak eder mi diye düşündü durdu...
.
.
.
Canım anneannem, rahat uyu, biz gene sana geleceğiz...
Biliyorum sen bizi karşılamak için gittin oraya, “ anakuzularım geeeelmiş “ diyebilmek için gittin...

8 Eylül 2008 Pazartesi

Gezdik biraz...




23 Temmuz 2008 Çarşamba

Bir Fincan Kahve

Hayata bir mola verebilmeli bazen
Sabahın köründe uyanabilmeli hiç işi olmadan
Güneşin doğuşunu izlemeli serin balkondan
Şehrin göbeğinde oturuyorum sanmalı
Sabah öten horoza, meleyen kuzuya inatlan
Annesinin "sıcak bastı uyuyamadım"larını hatırlamalı
Gece kana kana suya koşarken sıcak yatağından
Babasının erkenden kalkan ayaklarının tıpırtısını duymalı
Kimbilir kaç yıl önceki bir tatil sabahından
Bir bulut görmeli havada
Ona daha çok yolu olduğunu anımsatan
Hep yola devam, hep yola devam...
Ama bazen inadına durmalı insan
Koşmadan, konuşmadan...
Belki de bakmadan duymadan
Elini eteğini çekmeli biraz hayattan
Geç kalıyorum kaygısı taşımadan
Hayatın kendi mülkü olduğunu unutmamalı insan.
.
.
.
Evimize gelen bir kahve yapma makinesi yüzünden ya da sayesinden kahveye alıştı şu günlerde bünyem. Köpüklü yapmayı öğreneceğim derken , günde 3-4 fincan içer oldum farketmeden :) Köpüklü kahve nasıl mı yapılırmış;
  • Cezveye su eklemeden önce kahveyi ve tozşekeri ekleyin, kuru kuru karıştırın, sonra suyu ekleyin ve çok az daha karıştırın
  • Cezvenizi ateşe koyduktan ya da makinenizin fişini taktıktan sonra hiç karıştırmayın
  • Kahve ve tozşeker karışımına çok ama çok az granül kahve ekleyin.
  • Taze kahve kullanın
  • Kahveyi çok kaynatmayın, hatta hiç kaynatmayın, kaynamaya başlayacak gibi olduğunda ateşten alın.

Bunlar benim öğrendiğim, şu 3 günlük kahveli ömrümde edindiğim birkaç püf nokta, kimbilir sizlerde ne sırlar vardır :))

Bu arada kahvenin yanında genelde lokum ikram edilir ama ben çikolata ile tercih ediyorum ve fincanımın yanındaki beyaz çikolatayı denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Adı "BOLÇİ" (Bolu Çikolatası). Önceleri Ankara'ya giderken Bolu üzerinde uğradığımız tesislerde bulabiliyorken artık birçok yerde rastlayabiliyorum (Yalova yolu üzerindeki Safranbolu lokumcuları, Kadıköy'deki Tepe Nautilus vb.) Eğer denemediyseniz bir tadına bakmanızı mutlaka öneririm.





7 Temmuz 2008 Pazartesi

Hımmmm Pankek


O biiiir kalori deposu
O biiiir lezzet bandosu
O biiiir tatil kokusu
O biiiir damak dostu
O biiiir bikiniye sığamama sorumlusu
O biiiir "amaaan ye gitsin, bir daha mı geleceğiz dünyaya" konusu
O biiiir "kadın dediğin etli butlu olur" avuntusu
O biir, o biir, o biir...
.
Minik pankeklerin belki de hiç suçları yok, insan kendini bilmeli, yediğine bir dur demeli, o zaman herşey kararında ve yolunda gider tabi... Ama biz her tatilde üzerine çikolatalar sürüp hindistan cevizleri dökerek, kahvaltılarda 20 dk. kuyrukta bekleme pahasına da olsa kişi başı 10-15 tane tüketiyoruz bu şirinlerden, e haliyle o da yer buluyor kendine bizim göbişlerden...
Ne yazıkki, geçenlerde eşimden gelen
.
"ayyy canım nasıl pankek çekti, acaba sen yapabilir misin, internette tarifi var mıdır, baksak mı acaba"
.
sorusunun üzerine benim verdiğim
.
" ben çooook önceden bakmıştım zaten, olmaz mı, var tabiki, hemen yaparım ben sana"
.
cevabıyla tarifi öğrenmiş, yapmayı becermiş, sadece tatillerde değil artık haftasonu kahvaltılarında da pankek tüketebilir seviyeye erişmiştik...
Ama çok güzelleeeeer:(
Krep gibi durduklarına bakmayın, daha farklı bir lezzet ve de kesinlikle tatlı. Tarifini www.cilek.blogcu.com adresinden aldım ve bence 10 numara, pankek sevenler ya da merak edenler mutlaka denemelisiniz, özellikle çocuklar için süper olacaktır. Yapımı da çok kolay;
Malzemeler;
  • 1 yumurta
  • 8 çorba kaşığı tereyağ (eritilmiş)
  • 2 çorba kaşığı tozşeker
  • Çay kaşığının ucu ile tuz
  • 3/4 su bardağı un
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1/2 su bardağı süt
  • 1 çay kaşığı toz vanilya

Yumurta, şeker ve vanilyayı beyazlaşana kadar iyice çırpıyoruz. Unu, kabartma tozunu ve tuzu eleyerek karışıma ekliyoruz ve biraz daha çırpıyoruz. Bu sırada sütü ve eritmiş olduğumuz yağı çırpma kabımızın yanına alarak sütün birazını ve yağın hepsini karışıma ekleyip çırpmaya devam ediyoruz, daha sonra sütün geriye kalan kısmını da ekleyerek biraz daha çırpıp bırakıyoruz. Önceleri daha akışken olmasına rağmen bekledikçe kıvamı koyulaşıyor. (Bu arada karışımı bekletmek gerektiğinden değil ama kızartırken hepsini birden yapamadığımız için mecburen biraz beklemiş oluyor) Krep yapar gibi, teflon tavada çok ama çok az yağ ile birer kaşık kaşık arkalı önlü kızartıyoruz. Pankekleri çevirirken biraz zorluk yaşanabilir, çünkü altı pişmiş olmasına rağmen üstü gayet akışken bir durumda oluyor. Ben 2 adet spatula yardımı ile rahatça halledebildim bu alt üst etme işlemini, eminim siz de kolayca üstesinden geleceksiniz. Bu ölçülerle yaklaşık 15-20 adet pankek çıkıyor. (tabi yaptığınız pankekin büyüklüğüne göre değişecektir, ben 1.5 çorba kaşığı karışım ile 1 pankek yaptım)

Yazının başındaki yakınmalarımı ciddiye almayın, tabiki kalorili ama dikkat ettiğiniz sürece hiçbir sakıncası yok, ayrıca ben ne yersem yarıyor zaten, pankek değil sadece beni üzen :)

3 Temmuz 2008 Perşembe

Hayırlı Kandiller


Önemsenmek istiyoruz hepimiz,
değer görmek,
sevilmek, düşünülmek, merak edilmek…
Tabi bunları kazanabilmek için öncelikle “harcamak” gerekiyor.
Vaktimizi harcamak,
ilgimizi harcamak,
sevgimizi bölüşmek,
aşkımızı arkadaşlığımızı paylaşmak…
Biliyorum bazen bunları yapsak da önemsenmiyoruz, aranmıyoruz sorulmuyoruz.
Neden?
Çünkü pişmemişti hiçbirimizin annesinden akan sütler, yuttuğumuz ilk şey de bile mikrop vardı, kötülük vardı, arındırılmamıştı, işledi önce midemize sonra yüreğimize…
Kaybettik insanlığımızı daha insanlığa adım attığımız ilk günde…
Yitirdik…
Sonra üstüne yaşanmış yıllar eklendi…
Yanan sobaya dokunduk, cızzzz etti bir şeyler,
düştük kanadık,
hata yaptık cezalandırıldık,
yavaş yavaş ve en derinden öğrendik…
Kötüyü,
temkinli olmayı ,
paranoyayı,
güvenmemeyi, korkmayı, bağırmayı, savaşmayı…
Bunların yanında iyi şeylerde bulaştı tabi ellerimize,
sevgi, kardeşlik, hoşgörü, güven de olmalıydı bir yerlerde
Ama ne yazıkki ilk önce kötülüğü indirmiştik midemize,
pişirilmemişti işte, yutmuştuk tabi bizde…
İşledi benliğimize,
kanıksadık gün geçtikçe,
yaşamak varken kardeşçe, düşman olduk gerçekten kardeş olduğumuza bile,
nedir bu öfke,
neyi paylaşamadık şu üç nefeslik ömrümüzde?
.
.
.
Her sorunun cevabı eminim içimizde.
Benliğimizle yüzleşerek temizleneceğimiz nice kandillere…

23 Haziran 2008 Pazartesi

Niyet Simitleri Yaptım ve Geldim



Çok uzun zaman oldu gerçekten, sıkıldım bu blogla ilgilenememekten ve döndüm sonunda :))

Tekrar tekrar merhaba...

Yeni evimize yerleştik, birçoğunuzun dediği gibi Allah'tan şehirlerarası bir taşınma operasyonu değildi bu, ne yapardık yoksa o zaman, şurada iki gıdım yerde bu hallere düştüysek... Halbuki çok ama çok önceden hazırlanmıştık taşınmaya, tam iki ay önceden toplamıştık tüm evi, kutulanmamış tek bir kaşık bile bırakmamıştık ortalarda, en çok anlaştığımız taşıma şirketi sevindi tabiki buna :)) Gene de yaşanan curcunadan kurtaramadık işte kendimizi, dağınıklığa adapte edemedik bedenimizi, istediğimiz kadar çabuk toparlayamadık evimizi :)) Ama artık bunların hepsi geride kaldı, eve taşınıldı...

Şimdi misafirlerimize açıyoruz kapılarımızı...

Şimdiden hepiniz hoşgeldiniz...
Hoşgelenlere bir hoşluk da benden olsun diye niyetli kandil simitleri hazırladım, bakalım ne kadar beğenilecekler :))
Hazır alınan kandil simitlerine küçük küçük niyetler eklendi kurdeleler ile, neler mi yazıyor niyetlerde? E peki birkaçını paylaşalım bari sizlerle;
.
"İyi ki gelmişsin, galiba biraz da kilo vermişsin, bütün herkesin gözü sende bunu böyle bilesin."
"Aman cicim ne zamandır görüşemedik, başbaşa kalıpta şu yanında oturan cadıyı çekiştiremedik. Tüh gördün mü bak kendimizi ele verdik."
"Allah'tan almışız bu evi, göremeyecektik yoksa senin gibi şekerini :) Öğrendin artık evin yerini, bekleriz sık sık bizi ziyaret etmeni."
"Canım, en kısmetsiz senmişsin, kızlar gittikten sonra benimle kalıp evi temizleyeceksin. Ne diyelim , ikimize de kolay gelsin."
"Bir deli kız üşenmemiş yazmış bu falları, saklamış simitler içine, okusun diye arkadaşları, bu simide de bolca şans bırakmış, kime düşerse oymuş bu yılın şahı."
...
Böyle devam eder işte benim zırvalamalar...
Umarım sizler de yiyenlerde beğenirler, yorumlarınızı bekliyorum, sevgilerle...

14 Haziran 2008 Cumartesi

İyi ki varsın

Mevsimlerden sonbahardı
Hava giderek soğumaktaydı
Tanıştım onunla işte böyle bir ekim sabahı
Kocaman elleri vardı, beni sımsıkı sardı
Daha ilk görüşte sevdik birbirimizi, sevginin adı aşktı
Bazılarına göre aşkın ömrü 3 yıldı
Aradan çok zaman geçti, ama bizim aşkımız hep taze kaldı
Bana hep ilk günkü gibi baktı
İyi günde kötü günde sımsıkı sarıldı
Ne yana baksam oradaydı, ne zaman dönsem arkamdaydı
O benim en büyük dayanağımdı
Bana en güzel yeşilden gözlerini vermişti
"Dünyayı bunlarla seyreyle" demişti
Ne güzelmiş senin gözlerinle görmek çayırı çimeni, maviyi yeşili
ve daha pek çok şeyi
Belki de bu sebeptendi
Aynı gözlerle gördük birbirimizi
Hemencecik anladık hallerimizi
Sen beni, ben seni,
Hissettiklerimizi, dillendiremediklerimizi,
Sevinçlerimizi, hüzünlerimizi
Sana sevgim hiç bitmedi, hatta gün geçtikçe coştu, delirdi
...
Babam,
Sen de hala seviyorsun beni değil mi?
.
.
.

13 Haziran 2008 Cuma

Taşınmak Çok Zormuş :((

Sonunda taşındım, uzun zamandır ayrı kaldım buralardan ama hem ev alt üst durumdaydı hem de bilgisayarım yoktu,halen de yok :(( Çok kısa zamanda tekrar buralarda olacağım ve hepinize uzun uzun ziyaretlerde bulunacağım, tabi ki bir laptop alır almaz...
En kısa zamanda tekrar sizlerle olabilmek dileğiyle
Sevgiler

9 Mayıs 2008 Cuma

Annemmm..


Annem, canımmmm, bi'tanem...

İyiki varsın!!!

" İlk çocuk annenin deneme tahtası gibidir, nasıl ilk kez direksiyona geçtiğinde panikliyorsa insan ilk evlatta da öyle olur diyor psikolog, hatalarımı affet bebeğim, şimdi televizyonda izliyorum da"


Birkaç gün önce annem sabah bana tam tamına bu mesajı göndermişti:) Ben ilk çocuğum ve dünya tatlısı bir ailem var, hepinizin olduğu gibi... Anneler hata yapmamış bile olsalar böylesine güzel özür dilemesini biliyorlar işte... En azından benimki biliyor:)))

Tüm kadınlar annelik güzelliği ile doğuyorlar ve ben bu nedenle kadınların, fiziki olarak anne olan olmayan hepsinin bu güzel gününü kutluyorum..




5 Mayıs 2008 Pazartesi

Annemin Elmalı Pastası, Benim Elmalı Tartım:)

Malum mevsim nedeniyle artık elmaları, portakalları terk edip, çileklere eriklere döndük yüzümüzü, kiraz ve şeftali ile kardeş olmamıza ise azıcık kaldı:))
İşte bu nedenle dolaptaki elmalar öksüz kaldı, yumuşadı buruştu yaşlandı. Ben de sizler hala bir çok işe yarasınız şekerlerim dedim onlara, yıkadım soydum her birini sabırla ve kattım hepsini güzel bir tarta...
.
.

Üniversitedeyken 3 sene yurtta kalmıştım, ailelerden gelen yiyecek kutuları pek meşhur ve önemliydi her birimiz için, odaca yerdik hepsini... Benim annemden de en çok mercimek köftesi, 3 renkli börek ve elmalı pasta gelirdi. 3 renkli börek en favori olanıydı, ilk tüketilendi kısacası. Benim için en güzeli ise sıcakken poşetlendiği için kıtır kıtır değil de yumuş yumuş olan elmalı pastaydı. aslında pasta değil, bildiğimiz tart ama annem pasta derdi ona ve ben de yıllarca pasta sandım bolca tükettiğim bu tatlı şeyi:))) Artık anladım ki kendisi şirin mi şirin bir tart ama annem halen elmalı pasta diyor zavallıcığa:)) İşte bu yüzden başlık hem anneciğimin ağzından hem de benim ağzımdan isimlenmiş oldu, hitap şeklimiz farklı olsa da sonuç aynı tatlılıkta.
.
.
Eğer sizin de yaşlanmış elmalarınız varsa bir kenarda, değerlendirin onları daha fazla olmadan heba :)
Bu arada son günlerde yeşil çaya verdim kendimi, daha önce hiç içmedim desem yeridir ama Lipton'un limonlu yeşil çayına bayıldım, sabahları tartın yanında eşlik etti bana, sizden de denememiş olanlar varsa tavsiye ederim, mis gibi limon kokuyor ve de çok faydalıymış, metabolizmayı hızlandırıyor, ama tabi aktardan alıp kendi demleyeceğiniz çay daha da faydalı olacaktır eminim...


Elmalı tartın tarifine geçmek gerekirse annemin tarifini nereye yazdığımı bulamadım bir türlü, ben de Fatoş Tuncay'ın vişneli ananaslı tartındaki hamur tarifini kullandım, arasına da elmalarımı kattım. Zaten hepinizin evinde yapılan bir tatlıdır bu ama ben yaptığım tartı çok beğendim Fatoş hanım'a da ayrıca teşekkür ederim
Eğer siz daha farklı bir tarif kullanıyorsanız bir de böyle deneyin derim, gayet güzel oldu çünkü :) Bu arada tart için 28 cm.lik bir kalıp kullandım ;

Malzemeler;

  • 250 gr margarin (ben tereyağı kullandım)
  • 2 yumurta
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 paket vanilya
  • aldığı kadar un
  • 6-7 elma
  • 3 çorba kaşığı toz şeker
  • 1 çay kaşığı tarçın

Margarini (yumuşamış olmalı) , pudra şekerini, yumurtaları, kabartma tozunu ve unu karıştırarak elinize yapışmayacak yumuşak bir hamur hazırlayın. Bu hamuru 2 ye bölün ve birini buzdolabı poşetine sararak dondurucuya alın. Diğer hamuru tart kalıbınıza elinizle yayın.

Diğer yandan elmaları soyup rendeleyin ya da benim gibi rondodan geçirin, rendelenmiş elmaların suyunu süzmemiz gerekiyor, ben bunun için temiz bir tülbent kullanıyorum, siz isterseniz elinizle de sıkarak suyunu çıkarabilirsiniz, suyunu bir bardağa alın, posalarını da tart kalıbınızın üzerine koyun. Suyu çıkarılmış elma rendelerimizin üzerine şekeri ve tarçını ilave edip şöyle bir karıştırın ve tart kalıbına yayın. Bu arada elmaların suyunu da için:)) Buzlukta en az yarım saat bekleyen diğer hamurumuzu alın ve hazırladığımız elmalı tartın üzerine rendeleyin, eğer hamurunuz tam donmamışsa rendelemesi pek kolay olmayacaktır, elinizle ufalayarak da tartın üzerine yerleştirebilirsiniz.

Sonra 200 dereceye ayarladığınız fırınınıza alın ve üzeri kızarıncaya kadar pişirin. Fırından çıkardıktan sonra, eğer kıtır kıtır bir tart olmasını istiyorsanız öylece soğumaya bırakın, yok eğer benim gibi yumuşak olmasından hoşlanırsanız ilk sıcaklığı çıktıktan sonra üzerini temiz bir poşet ile kapatın ve kalıbı havluya sarıp bu şekilde soğutun.

İstediğiniz gibi dilimleyerek yanına bir bardak yeşil çay alıp afiyetle yiyin:)





30 Nisan 2008 Çarşamba

Mutluluk


Kocaman mavi gözlü, pembe kurdelası ile şirin mi şirin bir oyuncaktı o. Oyuncak köpekti, Köpüş'tü. Pek bir masum bakardı. Bütün gün bırakıldığı yerde dururdu. bazen sahipleri okşarlar severlerdi onu, kucaklarına alır sarılırlardı.
.
Bugün Köpüş'ü salondaki pufun üzerine oturtmuşlardı, pencereye arkası dönük bırakmışlardı, yeşlliklere, gökyüzüne, maviliklere... Ama o gene de dışarıyı hayal etmeye çalıştı. Balkon kapılarının ve pencerelerin açık bırakılmasından, evde kısa kollularla dolaşılmasından anlıyordu, bahar gelmişti.
.
Ağaçlardaki yaprakları düşündü, yaprak olsaydı, baharda açsaydı, rüzgarla savrulsaydı...
.
Yok yok, kış gelirdi sararırdı, dalından ayrılırdı. İstemedi yaprak olmayı. Yakında bir yerden geçmekte olan kuşa takıldı kulağı, göremiyordu onu ama duyuyordu. Çıkardığı cıvıltıları, kanatlarını çırpışını, yaprakları hışırdatışını... "Kuş olayım öyleyse " dedi, "Uçayım göklerde, dans edeyim bulutların arasında güvenle."
.
Yok yok , kuş olmak güzeldi belki ama ona yetmezdi, köpüş konuşmak isterdi, derdini sevincini paylaşmak isterdi. Ötmekle olmazdı tüm bunlar ya da havlamakla, miyavlamakla... Eee ne olmak istiyordu öyleyse Köpüş? Bitki olmak istemiyordu, çünkü bitkiler kısa ömürlü oluyordu, hem de hareket bile edemiyordu. Bir hayvan olmak istese, tamam onlar hareket edebiliyor, gezip tozabiliyor, pek çok şey görebiliyordu ama konuşamıyorlardı. Köpüş, daha farklı, daha güzel bir varlık olmak isterdi.
.
Tam bu düşüncelere daldığı sırada sahipleri geldi eve, gülerek girdiler içeri, kadın mutfağa koştu, "Çok acıktım, hemen sofrayı hazırlayalım" dedi. Adam ona sarıldı "Canımsın" dedi. Gülümsediler birbirlerine...
.
Köpüş, onları görebiliyordu, zaten genellikle bakardı her ikisine de, izlerdi sessizce. Bazen bugünkü gibi neşe içinde olurlardı, bazen sıkılır dışarı çıkarlardı ya da arkadaşları, aileleri gelir konuşur şakalaşırlardı, bazen saatlerce birbirlerinin gözlerine bakarlardı, kimi zamansa çılgınca bağırıp çağırıp ağlaşırlardı, birbirlerine kötü davranırlardı, ama illa ki barışırlardı.
.
Düşündü Köpüş, galiba dünyadaki en şanslı varlık "insan"dı. İnsan olsaydı eğer kim bilir nasıl mutlu olurdu. İnsanlar bazen farkına varamasalarda, isyan edip haykırsalar da mutluluk en fazla onların hayatlarındaydı, insan olmaktaydı, insan olarak doğmaktaydı...
.
.
.


İşte bu da benim kelimelerimle, Köpüş'ün ağzından dökülen Mutluluk tanımı... Sevgili Mebrule'nin daveti ile "Mutluluk Nedir?" konulu oyuna katılmış oldum, bu yazıyı yazmış oldum, sizlerle paylaşmış oldum, kendisine çok teşekkür ederim. Ne yazıkki üzerine tıkladığınız da sizleri Mebrule'nin sayfasına götüecek linkleri yapmayı bilmiyorum, ama onun sayfasındaki mutlulukları da okumanızı tavsiye ederim, mutlaka bir uğrayın.. (www.mebrule.blogspot.com)
Bu arada ben de birilerini bu oyuna davet etmek istiyorum çünkü düşünürken insan hayatında ne çok mutluluk olduğunu bir kez daha anlıyor. Eğer vaktiniz olursa sevgili YAMAN TARİFLER, ACEMİ ŞEF ve KURABİYE mutluluğu tanımlar mısınız bize?
Sevgilerle...

29 Nisan 2008 Salı

Bir Doğumgünü Masalı

Günlerden 24 Nisan, neşe doluyor insan...
24 Nisan eşimin doğumgünü, onun için küçük bir süpriz hazırlamak istedim, önceleri pastacı burcunun sayfasında gördüğüm aşk kuşları pastasından yapmayı planlıyordum ancak süre daraldıkça fikirlerim mutasyona uğradı ve muffin yapmaya doğru yol aldı. Şu anda adını hatırlayamadığım bir sayfada kelebek muffinler görmüştüm önceden, o tarifi uygulayayım dedim, nitekim uyguladım da, ancak sonuç aşağıdaki resimde görüldüğü gibi çıktı, önce çok güzel kabardılar, sonra da çok güzel söndüler ve yayıldıkça yayıldılar, kabus gibiydi, büyük ihtimalle bir yerdeyanlış yaptım ama nerede bilmiyorum ama hepsi yazık oldu:(((
Peki ben vazgeçtim mi? Tabiki hayır, annemin uzun zamandır tavsiye ettiği ama benim bir türlü deneyemediğim kek tarifini muffin kalıbımda pişirmeye karar verdim ve sonuç tam istediğim gibi oldu.
Ama ondan önce eşimin doğumgününü bir kez daha kutlamak ve onun için yazdığım şiiiri sizlerle paylaşmak istiyorum
Bir bahar akşamıydı
rastladım size,
sizin içinize, özünüze, yüzünüzün arkasındaki gözünüze...
Dokundu düşünceleriniz fikrimin ince güllerine,
ellerime, gözlerime, yüreğime...
Bir ben daha yoktu belki sizde,
lakin
öyle bir çekim gücü vardı ki tersliklerimizde,
hızla yuvarlandım derinliklerinize...
Bazen arkadaş oldum,
bazen anne,
kimi zaman kaldım sadece dinlemede,
bekledim sessizce,
belli etmediğimi sanarak hislerimi kimselere,
Ulaştınız kısa bir süre içinde benliğimdeki size,
geldiniz gittiniz kararsızlıklar içinde,
beni çok beklettiniz,
terk ettiniz,
bolca hüzün aynı zamanda kahkaha zerk ettiniz bir dönem günlerime,
ben de insandım işte,
her ne kadar yansam da sizin ateşinizde,
gün geldi,
bitirdim her şeyi bir kalemde,
çıkardım sizi hayatımdan,
bakmadım ne telefonlarıma ne de geçen saatelere,
tam bıraktığım anda beklemeyi,
inanmayı, umut etmeyi, sevdiğimi zannetmeyi,
çıka geldiniz, koşa geldiniz, hoş geldiniz,
yüzünüzdeki gülümseme değmişti her şeye,
gözlerinizdeki parıltı bedeldi benim için bir ömre...
Çok şeyler yaşandı, çok sular aktı, malum aynı nehirde iki kez yıkanılamazdı,
ama başta da söylediğim gibi,
bir bahar akşamıydı, siz vardınız, yanımdaydınız, iyi ki oradaydınız...
Ve şimdi de olduğu gibi, her bahar yanımda olmalısınız,
sevdiğim olmalısınız...
İyi ki doğdunuz, benle ya da bensiz var oldunuz,
hayatıma uğradınız canım oldunuz,
siz benim için hep özel oldunux...


Gelelim annemin kek tarifine ve benim eklemelerime:)
Malzemeler;
  • 5 yumurta
  • 5 kahve fincanı şeker
  • 6 kahve fincanı un
  • 1 çay bardağı sıvı yağ (ben zeytinyağı kullandım)
  • 1 çay bardağı su
  • 1 paket kabartma tozu
  • 2 yemek kaşığı kakao (tepeleme)
  • 2 paket krem şanti
  • 3 su bardağı süt
  • 1-2 kaşık nescafe ve biraz şeker

Öncelikle yumurtalar ile şekeri köpük köpük olana kadar mikserle çırpıyoruz, püf noktası burası, iyice çırpın, üzerine unu, yağı, suyu, kakaoyu ve kabartma tozunu ekleyip çırpmeye devam edin. isterseniz normal kek kalıbına ya da benim gibi muffin kalıplarına dökerek, önceden 200 dereceye ısıtılmış fırına atın, yaklaşık 10 dk. 200 derecede daha sonra ise yaklaşık 15 dk. 150 derecede, en son 5 dk. tekrar 200 derecede pişirip, fırını kapatın. (Bu süreler tahmini süreler, herkesin fırını farklı olabilir, lütfen arada kontrol etmeyi unutmayın)

Diğer tarafta 2 paket krem şanti ile 2 su bardağı sütü mikser yardımıyla karıştırın, koyu bir kıvam olması lazım, sütü azar azar ekleyerek yapmanızı tavsiye ederim. Hazırladığınız krem şantiyi buzdolabına alın. Kalan 1 bardak süte 1-2 kaşık nescafe ve damak tadınıza göre de şeker ekleyip karıştırın. Fırından çıkardığınız keklerin üzerini yaşkalık bir parmak kalınlığında kesin, bu elde ettiğimiz daireyi kelebeklerimizin kanatları olarak kullanacağız. Üzerini kestiğimiz kekleri nescafeli sütümüzle bolca ıslatalım, benim kalıbımla 20 adet kek çıktı ve her birini yaklaşık 3 çorba kaşığı süt ile ıslattım. dolaptan krem şantimizi alıp, ıslattımız keklerin üzerlerine paylaştırıyoruz, keklerimizin üzerinden kesmiş olduğumuz daireleri ortadan ikiye bölerek kelebeklerimizin kanatlarını elde ediyoruz ve kremalı keklerin üzerine kantlarımızı yerleştiriyoruz, üzerini zevkinize göre süsleyebilirsiniz, ben renkli pasta süsleri ve kırmızı jelibonlar kullandım.

Bu keklerin 12 tanesi ondan habersiz olarak eşimin iş yerine gönderildi, üzerinde yazdığım şiirle tabiki:)) Süprizin lojistik ayağı ile ilgilenen İlker ve Refika'ya çok teşekkür ederim:))

Bu arada küçük pastacıklarım çok beğenildi, haberiniz olsun.



18 Nisan 2008 Cuma

Kadın olmak...

Ailelerimizin küçücük kızları iken koskocaman kadınlar olduk
Kimimiz kandırılıp horlandık
Kimimiz çok ama çok mutlu olduk
Omuzlarımıza binenlerle ister istemez sorumluluk sahibi olduk
Gerçekte en küçük detayları görür, rüzgardaki fısıltıları duyar,
Sonsuza dek konuşabilecek kadar aklımızı çalıştırırken
Bazen kör bazen sağır bazen konuşamaz olduk
Sırlarımız oldu, ya hiç paylaşamaz ya da önüne gelene anlatır olduk
Bize benzeyenler var mı acaba derken dedikoducu olduk
Her derde deva olmaya çalışırken Güzin Ablalar, Figen Teyzeler olduk
Evimizin kadını, işimizin ustası, hayatın neşesi olduk
Üstüne üstlük yetinmedik, bir de anne olduk
Kendimizi bir kenara atıp çocuğumuz olduk
Onunla güldük, ağladık, onunla doyduk
Onda kendimizi bulduk
Gün geldi bunalımdan bunalıma koştuk
Bazı zamanlarda tam tersine coştukça coştuk
Kadın olmak güzeldi, biz bu inançla yoğrulduk
Bizler kadın olmak için doğurulduk, yeni kadınlar doğurduk
Bu hayat için arada sendelesek bile düşmedik, doğrulduk
İnsan olmak zorken bu dünyada,
Omuzlarımızda kadınlığın ağırlığıyla yorulduk
Yoğurulduk, doğurduk, doğrulduk, yorulduk
Her şeye rağmen iyi ki “BİZ” olduk…
.
.
.
Sanırım kadınlar günü için uygun bir şiir olacaktır, ya biraz geç kaldım ya da çok erken davrandım ama hediyemi şimdi paylaşmazsam çatlardım:)

15 Nisan 2008 Salı

Değişik düşünceler, yeşillikler, çiçekler, böcekler...



Hayat ,


İki kişiliktir, çetrefillidir, sivri köşelidir
Başlangıçlı ve bitişlidir
Gelmek ve gitmektir
İnsanın iyi ve kötü yönleridir
Kalabalık gündüzler ve tek kişilik gecelerdir
Kimi zaman bayat, kimi zaman tazedir
İlk başlarda çıtır çıtır, ekmek arası dönerken
Sonlara doğru bir kase sıcak çorba gibidir
Sana aitse güzeldir
Başkalarının elinde ise çekilmezdir
Bir kilittir
Ve her kilit gibi açılması gerekir
Bazı kapılar vardır sadece tek yönlü geçişe izin verir
Hepimizin gideceği yer belliyken
Bu koşuşturmaca neyin nesidir?

Bu da benden başka bir şiir…


Bazen hayat anlamsız bir koşuşturma gibi görünüyor gözüme, öyle yanlış şeylere üzülüyoruz ki ömrümüz boyunca, şükredebileceğimiz onca güzellik varken üstelik.


İşlere takıyoruz kafamızı , ilişkilere , paraya pula …


Oysa hepsi ne kadar basit çözümlere sahip dışarıdan bakılınca; iş yerinde canımızı sıkan bir şeyler mi var, yeni bir iş bulmaya çalışabiliriz, kötüleşen ilişkilerimiz mi var, bir fincan kahve ve azıcık içten gülümseme ile tekrar arayı ısıtabiliriz, paraya pula mı ihtiyaç var, daha çok çalışabiliriz, gereksiz masrafları kısabiliriz, bizden daha zor durumda olanları düşünerek halimize şükredebiliriz. İnsanoğlunun başına gelebilecek ne kadar fazla çeşitte dert var şu dünyada, ama önemli olan bunca derde rağmen gülümseyebilmek, vazgeçmek yerine daha da inat etmek, güzel ahlakı, iyi niyetleri kaybetmemek…
Ve her şeyden önemlisi tek başına olmadığını bilmek!
Dertsiz insan yok yeryüzünde, hepimiz bir sınava tabiyiz, burada geçirdiğimiz süre içinde, yanlışların neresinden dönülse kardır, mühim olan buradan sonra gideceğimiz mekandır.


Biliyorum blog tarzına pek uygun olmayan bir yazı oldu, ama öncelikleri unutmamak da önemli değil mi ki? Her zaman gül eğlen, tatlılar, börekler, poğaçalar olmaz ki, bazen ağlamak gerek, üzülmek gerek, üzüldüğünün farkına varmak gerek, böylece mutluluğun değerini bilmek gerek…

Herşeyin bir çözümü vardır, bunu da unutmamak gerek!!!

Peki bunca saçmalamaya uygun nasıl bir tarif var bugün elimizde,



hiçbir tarif yok :)


Bahar geldiği için balkona çıkarılan sardunyalar var, saksılara ekilen ve yeni yeni çıkmaya başlayan rokalar, sarımsaklar,biberler var, yine saksılara ekilen ama halen çıkamamış olan maydanoz ve dereotları var :) Döngü devam ediyor , tohumlar çiçeğe, çiçekler meyveye, meyveler tekrar tohuma dönüyor, durmadan ve yorulmadan…

Geçen yaz da yine saksıya çilek ekmiştim, ama öyle çok sulamışım ki, toprakları taş gibi oldu ve üzerlerindeki çilekler kurudu :( Umarım bu sene ektiğim yeşillikler aynı akıbeti yaşamazlar :)

Haftasonu Gezmeleri ve Katı Yemeği


Bu haftasonu annemlerdeydik, birlikte uzun uzun güzelim kahvaltılar yaptık, hem de en doğalından :) Annem ve babamın kendi elleri ile yetiştirdiği güzelim rokalar, marullar, maydanozlar eşliğinde, babamın halasının yaptığı lor peyniri (bizim oralarda “ekşimik” adıyla anılır kendisi) ve tereyağının lezzetiyle, canım annemin yaptığı güzelim börekler ve kurabiyelerle… Babacığımın sabahın erken saatlerinde koşa koşa gidip aldığı sıcacık ekmekleri , çeşit çeşit peynirleri de unutmamak lazım… Kardeşim de çok güzel filmler almış bize, izledikten sonra hepsi hakkındaki yorumlarımı ayrıca paylaşırım sizlerle…
Güzeldi haftasonu özetlemek gerekirse :)


Ayrıca anneme, özel sipariş ile yaptırdığım bir yemeği de paylaşmak istiyorum sizlerle, marketler de taşlık adı ile satılmakta olan, bizim evdeki adıyla “Katı Yemeği”.

Taşlık, benim bildiğim kadarıyla tavukta bulunan bir sakatat , sanırım hayvanın yedikleri arasındaki taşları öğütmeye yarayan ve kas dokusundan ibaret olan bir organ, bazı insanlar pek sevmezler kendisini, ama benim gibi olan bazıları da çok severler ve özel sipariş verirler annelerine yapsın diye :)

Bildiğiniz tas kebabı gibi yapılıyor bizim evde, ama temizleme kısmı biraz zahmetli, tüm kıkırdak dokularını ve yağları iyice ayıklamak gerekiyor, bunun dışındaki işlemler gayet bilindik. Doğranmış soğanı azıcık yağ ile kavurun ve arkasından temizlenmiş eti tencereye ekleyip kavurmaya devam edin, sonra salçasını, tuzunu , kekiğini ve sizin arzunuza kalmış diğer baharatlarını ekleyerek biraz daha çevirin ateşte ve en son suyunu ekleyin üzerine, kaynayana kadar hızlı ateşte, kaynadıktan sonra ise yavaş ateşte etler yumuşacık olana kadar pişirin ve tas kebabı gibi pirinç pilavının yanında ya da tek başına servis yapın. Bence bir deneyin bu yemeği, ya benim gibi çok memnun kalacaksınız ve arada yapılacaklar listenize ekleyeceksiniz ya da eşim gibi hiç sevmeyeceksiniz ama ne olduğunu öğrenmiş, merakınızı gidermiş olacaksınız :)

Pazar günü ise İstanbul’daydık, bu seferde eşimin ailesi ile yemekteydik, bu arada kayınvalideciğim bana çok güzel hediyeler almış, küçük küçük saklama kapları, sos ya da reçel koyup sofralarımı süsleyebileceğim minik, cam kapaklı kaseler, çay poşetlerimizi bırakabileceğimiz kedili tabaklar, evimizin en güzel köşesini süsleyecek olan melek bibloları , misss gibi kokan potpori torbası ve bir kutu çikolata :) Buradan da bir kez daha teşekkür ediyorum kendisine :)

Acıbadem’de


adında Gaziantep yemekleri yapan ve bilmeyenlere şiddetle tavsiye ettiğimiz bir restaurant var, bence denemeye değer…
İşte Pazar akşam üstü burada yedik yemeğimizi, benim, gitmeyi düşünenlere özellikle tavsiye ettiklerim;

  • Çanak kebabı
  • Yuvalama
  • Firik pilavı
  • Katmer (üzeri dondurmalı)
  • Melengiç kahvesi (biraz yağlı bir kahve ama çok değişik bir lezzet)
  • Muska
  • Fıstıklı baklava
  • Ve tabi ki Antep Fıstığı :)

Saydıklarım damak tadıma uygun olanlar, ayrıca bu mekanda çok çeşitli sebze ağırlıklı yemek niyetine yenilebilecek değişik mezeler de mevcut, Antep mutfağını et yemeklerinden ibaret sananlara gidip görmeleri, ne kadar farklı kültürler ve lezzetler olduğunu fark etmeleri önerilir… Ayrıca restaurantın sahibinin eşi Karadenizli olduğu için bazen Karadeniz mutfağından karalahana sarması gibi yöresel lezzetler de bulmak mümkün.Bu arada Karadeniz mutfağı deyince aklıma geldi, Yalova’dan gelirken Bursa girişinde As merkez’e gelmeden sağda Akçaabat Köftecisi diye bir yer var, küçük, şirin ve biraz salaş bir yer ancak Karadeniz’e özgü birçok lezzeti orada bulabilirsiniz;

  • Mısır ekmeği
  • Muhlama
  • Hamsi kuşu
  • Karalahana dolması bunlardan bazıları…

    Aklınızda bulunsun, belki farklı bir şeyler denemek istersiniz günün birinde
    :)

9 Nisan 2008 Çarşamba

Yemelik değil seyirlik...






Yukarıdaki resimlerle belki daha önceden karşılaşmışsınızdır bilmiyorum ama ben henüz görmemiş olanlar için yayınlamak istedim. Resimlerdeki herşey yiyeceklerden yapılmış, hayretlerle inceledim ben her birini, bu sayfalarda dolaşan yemek yapmaya ve özellikle pasta süslemeye tutkunların çok hoşuna gidecektir sanırım :)
İnsanoğlu ne kadar yaratıcı değil mi?
İsteyince ne kadar güzel tasavvur ediyoruz dünyamızı, bize sunulmuş olanları nasıl da değerlendiriyoruz.
Bugün yemek yok kusuruma bakmayın, ama yemekli resimler var hediye olarak :))
Hayal gücünü;
............................keşfetmişlere
............................henüz bulamayanlara,
............................sakladığı yeri unutmuş olanlara...
Sevgilerle...




8 Nisan 2008 Salı

Canım Kereviz, Cicim Kereviz , Ne yaparız biz sensiz...

Diyet zamanları geldi yine, ben her mevsim girerim zaten rejime :) Hatta bir rivayete göre hiç çıkamamışım rejimden :) Neden çıkamıyorum dersiniz, çünkü hiçbir zaman adam gibi yapamıyorum rejimi, sağlıklı beslenemiyorum, bu da bana kilo olarak dönüyor tabiki :) Amaaaan olsun… Hatırlar mısınız bilmem, "Baskül Ailesi " diye bir dizi vardı , oradan alınma bir dörtlük (pardon üçlük) söyleydi;

Rejim diyet hak getire
Şişmanlık sultanlıktır
İşim olmaz baskülle

Evet işimiz olmamalı artık baskülle, zaten en nefret ettiğim şey sürekli kilolardan bahsetmek, ay bak şu ne kadar kilo almış, gördün mü bak bilmem kim nasıl zayıfladı, şekerim sen biraz kilo mu aldın, yok yok böyle iyisin kadın dediğin azıcık balık etli olur… işte bu cümleler uzar da gider… Hiç sevmeyen ben bile bu denli uzattıysam düşünün artık… Tamamdır kestim rejim ve kilo muhabbetlerini, kendimizi bu halimizle sevmeli, yakışanı giymeli, eğer sağlık problemi yoksa zayıflamak için boşuna efor sarf edilmemeli, dengeli ve bilinçli beslenme gaye edinilmeli…

Neden yaptım bunca zayıflama muhabbetini, tabi ki güzelim kereviz yemeği için :) Annemin evinde zeytinyağlı pek yapılmaz, dolayısıyla ben çok uzun süre bu kültürden uzak yaşadım hatta zeytinyağlılara karşı negatif bir duygu bile besledim, “ayyyy ben yemeeeeem!!! “ şeklinde , üniversite yıllarımda bir haftasonu Ankara’da yaşayan teyzeme gittiğimde şans eseri zeytinyağlı kereviz ile tanıştık, hatta teyzemin ısrarları ile kerevizciğimle içli dışlı olduk ve anladım ki o güne kadar kendi kendime yarattığım bazı tabular yıkılabilirmiş, tabu denilen şey belli tecrübelerden sonra benimsenilmeliymiş, denemeden karar verilmemeliymiş :)
Hepinizin bildiği ve bloglarında yayınladığı kerevizi bir de benim ağzımdan duyun istedim, sadece salatada kereviz tüketebilen eşim bile bu yemeğe bayılıyor, sık sık yapıyoruz, ancak aldığım bilgilere göre kereviz Bursa’da diğer illere göre pahalı, en azından annemlerin yaşadığı Çerkezköy ve civarında bu böyle… Birkaç hafta önce bize ziyarete gelen annemle İhsaniye’de Cumartesi günleri kurulan pazara gidip alışveriş yapana kadar ben de bilmiyordum bunu… Kerevizin tanesinin 2 ytl civarında satıldığını gören annem, bu pazarda tüm satıcılar kafayı yemiş olamaz, mutlaka aklı başında olan, kereviz piyasasını takip eden bir pazarcı vardır diye kereviz satan bütün tezgahları dolaştırdı bana… Ben her ne kadar “Anne burada böyle fiyatlar, ben her hafta bu kadara alıyorum kerevizi” desem de çaresizce dolaştım peşinde bir o köşeye bir bu köşeye :( Sonuç ne oldu dersiniz, tabiki tanesi 1,5 ytl ‘den 4 kereviz aldık ve paşa paşa döndük evimize, hatta birkaç satıcıdan “siz Bursa’lı değilsiniz galiba ablacım” diye azar da cabası oldu… Bu arada annem kilosunu 2 ytl’ye alıyormuş, bilginize.



Hepinizin bildiği tarifime geçiyorum artık;

Malzemeler;
  • 4 kereviz (satın alırken en sert ve beyaz olanları seçmeye çalışın ve annenizi yanınıza almayın :) şaka şaka, canım annem benim :))
  • 3 orta boy patates
  • 2 orta boy havuç
  • 2 portakal
  • 1 çay bardağı zeytin yağı
  • tuz

Havuçları soyup, halka halka doğrayalım. Patatesleri soyup halka halka doğralayım. Kerevizleri soyup halka halka doğrayalım :) Kerevizlerin saplarını atmayıp, iyice yıkayalım.
Tenceremize en alta havuçları, üzerine patatesleri ve en üste kerevizleri olacak şekilde dizelim. (isterseniz kerevizleri daha sonra da ekleyebilirsiniz, yani havuç ve patatesi biraz zetinyağı ile pişirdikten sonra, çünkü kereviz çok çabuk pişip dağılabiliyor, ben bu sefer pek uğraşmak istemedim ve hepsini aynı anda koydum tencereye, size kalmış ) Kerevizlerin üzerine de yıkayıp temizlediğimiz sapları yerleştirelim, son olarak tenceremize zeytinyağımızı ve 2 portakalımızı sıkarak elde ettiğimiz suyumuzu ekleyelim, kaynayana kadar hızlı ateşte, kaynadıktan sonra ise en yavaşa getirerek pişirmeye devam edelim, patatesler ve havuçlar yumuşamışsa yemeğimiz pişmiş demektir.

Afiyet şeker olsun…





6 Nisan 2008 Pazar

Kabaklı Truf :)

Mutluluk ne kadar önemli bir kavramdır hayatımızda, gülümsemek gülümseyebilmek gönülden, ne büyük bir lütuftur bize sunulmuş olan… Ama bir de mutlu etmek var ya, işte bence onun tadı daha bir başka, karşındakinin gözlerindeki pırıltı da payın olduğunu bilmek…

İşte bu trufflar da bana mutluluğu hatırlattılar, evimize neşe kattılar, eşim çok beğendi onları, her yediğinde yorum yapıyor:

  • İçine kabak tatlısı koymuşsun ya o daha bir güzel yapmış sanki, hımmm nasıl desem yani böyle dışı çok tatlı değil ama içinde tatlı var, tam bana göre olmuş
  • Bu böyle dolaptan çıkıp soğuk soğuk yeniyor ya, süper bir şey
  • Ben aslında çok tatlı sevmem ama bu pek güzel olmuş ya
  • Aşkım son bir tane kaldı onu sana bıraktım, akşam eve gelince yersin, iyi oluyor
  • Adı neydi bunun?
  • Kendin mi uydurdun tamamen?
  • Aslında var ya bir dahakine daha küçük küçük yap bunları ve tamamen çikolataya bula, tekrar yapacaksın değil mi?

İnanmayacaksınız belki ama tüm bu sözleri birkaç truff için sarfetti… Başka zaman ağzından kerpetenle alırım lafları, her seferinde “güzel olmuş ama…” diye başlayan cümlerler kurar aslında.

  • Güzel olmuş ama tuzu eksik
  • Güzel olmuş ama damağıma yapışıyor
  • Güzel olmuş ama midemi yaktı sanki
  • Güzel olmuş ama …

Kısacası sizin de mutlu etmek istedikleriniz varsa trufflar aklınızın bir köşesinde bulunmalı galiba:)

Malzemeler;

  • 1 paket hazır pasta tabanı (kakaolu olan daha güzel olabilir ama bizim evde sadesi vardı, ben de onu kullandım)
  • 1 paket krema

Pasta tabanını elimle iyice ufalayıp bir yoğurma kabına aldım. (bu arada artan kekleri de aynı tarifle değerlendirebilirsiniz, hatta ben vaktinde yenmediği ve koyduğum kabın kapağını iyi kapatmadığım için sertleşmiş olan kurabiyelerimi rondodan geçirerek tekrar deneyeceğim truff yapmayı, bakalım sonuç nasıl olacak:) ) Kabın içine bir paket kremayı ekleyerek yoğurdum (belki içine tarçında eklenebilirdi ama ben o sırada sade yapmak istedim, siz isterseniz tarçınlı da deneyebilirsiniz) ve bunları elimle şekillendirdim, içlerine küçük küçük parçalara ayırdığım kabak tatlısından yerleştirip top top yaptım ve dolaba kaldırdım, bu arada üzerleri için biraz çikolatayı erittim ve çatal yardımı ile truffların üstünü bu çikolata ile renklendirdim.

Çok basit olmasına karşın eşimi çooook memnun ettiler :)
Afiyet şeker olsun…


Güle GüIe Kış, Hoşgeldin Ispanaklı Kiş

Sevmek miydi her şeyin başlangıcı?
Havva mı Adem’i sevmişti, Adem mi Havva’yı?
Sevilen sadece cins-i karşı mıydı?
Sevgi dostluktu, aşktı, yarınlara taşınırdı
Seninle birlikte yaşlanırdı
Bazen sana yaslanırdı
Kimi zaman zor olsa da taşıması
Olmazsa olmazdı
Sevgisiz yaşanmazdı…
Kısacası
Başlangıç sevgiydi, sevgi başlangıçtı
Ortak gayemiz onsuz kalmamaktı.

Şiir okumaktan hiç hoşlanmam, ama nedense şiir yazmak çok hoşuma gidiyor, yukarıdaki şiiri de 14 Şubat’ta sevgili eşime yazdım. Bu hayat hiç kimse için eşsiz yaşanabilecek kadar kolay değil, eşsiz olmak bazen o kadar da güzel değil , eş her zaman karı ya da koca demek değil …
Şu dünyada eşlerimizin olması , eşitliklerin bozulmaması dileğiyle…

Hava yine sisli puslu az biraz da bulutlu olunca böyle garip ruh hallerine giriyorum ben. Bugün de böyle şiir günü demek ki :)

Ah bir de İstanbul da olmak vardı.

Bu fotoğraf eminim tüm İstanbul aşıklarının hoşuna gidecektir, o şehirde yaşamak ayrıcalık sanırım, en azından benim için öyle.
Neyse bırakalım İstanbul’u ve şiirleri de geçelim bugünkü abur cuburumuza:


Çıkarken kış mevsiminden canımız çekti ıspanaklı kiş tarifinden :) Aşağıda vereceğim tarifte 1 kg ıspanak kullandım ancak bize biraz fazla geldi, miktar yarıya ya da 2/3 ‘e indirilebilir, yani yarım kilo ya da 700 gr. ıspanak gibi. Ayrıca tarifte sadece rendelenmiş kaşar peyniri kullanılıyor ama içine beyaz peynir de eklenebilir, hatta ben yerken denemek için üzerine bir dilim de beyaz peynir ekledim, gayet güzel oldu :) Bu arada hamur tarifini değil ama ıspanaklı harcın tarifini Portakal Ağacı’nın sayfasından aldım, o sayfadaki resimler çok çok daha güzel, haberiniz ola:) (Bu cümleyi tabi ki henüz blog kültürüyle tanışmamış arkadaşlar için yazdım, diğerleri arasında eminim ki Portakal Ağacı’nı takip etmeyen yoktur)



Malzemeler;

Hamuru için;

  • 2 su bardağı un
  • 250 gr tereyağı
  • 3 yumurta sarısı
  • 1 çay kaşığı tuz
  • 1 çay kaşığı şeker


Üzeri için;

  • 1 kg ıspanak
  • 1 paket krema
  • 1 su bardağı kaşar rendesi
  • tuz , karabiber


Hamur malzemelerinin hepsi karıştırılarak iyice yoğurulur, tıkız olmayan yumuşak yağlı bir hamur olacak. Hazırladığınız hamuru kullanacağınız tart kalıbından biraz daha büyük olacak şekilde açın ve kalıba yerleştirin, dışa sarkan kısımları kesip ortasına yama yapabilirsiniz. (Ben hamuru direk olarak tart kalıbıma alıp elimle kenarları biraz daha yüksek olacak şekilde yaydım yani açmadım) 200 dereceye ısıttığımız fırına hamurumuzu atıp pişiriyoruz, yalnız rengi değişmeyecek kadar fırında tutmalısınız çünkü ıspanakları üzerine ekledikten sonra tekrar fırınlayacağız.

Temizleyip haşladığımız ıspanakları teflon tavaya alıp bir iki kez ateşte çeviriyoruz, sonra ocağı kapatıp ılınmasını bekliyoruz . Ilık hale gelen ıspanakların içine kremayı , tuzu , karabiberi ve isteğimize göre diğer baharatları ekliyoruz, en son olarak da rendelenmiş kaşarı ekleyip harcımızı karıştırıyoruz ve pişirdiğimiz hamurun üzerine yayıyoruz, tekrar fırına atıyoruz, kenarları kızarıncaya kadar fırında kalıyor. Servis yaparken teflon tavada kavurduğunuz dolmalık fıstıkla ya da çatalla ezilmiş beyaz peynirle süsleyebilirsiniz.

Not : Fotoğrafta görülen fıstıklar kavrulmamıştır, tamamen süs amaçlı koydum, ayrıca tabağın kenarında görünen de kurutulmuş bir sarı lale, laleler kuruyunca iskeletora dönüyorlarmış:)

Afiyet şeker olsun.

Çilekli Tart


Dışarıda "yağdım yağıyorum haberiniz olsun, yok dur vazgeçtim, ayyyy yağmalıyım ben yahu,öfff karar veremedim gitti " şeklinde bir hava var, tüm günü evde geçirdik. Ben de bu resimlerini gördüğünüz çilekli tartı yaptım salı günü doğumgünü olan arkadaşım için...
Fotoğraf konusunda deneyimim olmadığı için böyle karanlık çıktılar biraz ama tart gayet aydınlık aslında:))) bazı aksilikler dışında gayet kolay bir tart yaptım ve henüz tadına bakmadım, malum doğumgünü salı, o zamana kadar bekleyeceğiz :))) Tartın tarifini yine Fatoş Hanım'ın sayfasından (http://www.fatostuncay.blogcu.com/) aldım, orjinal tarif vişneli ananaslı tart adı altında sunulmakta, kreması ise Pastacı Burcu'nun krema tarifleri arasındaki pastacı kreması tarifinden hazırlandı. Üzeri de dün pazardan alınıp yıkanan ve iyice kurutulan çilekler ile ve çilekler üzerine sürülen jöle ile süslendi. Tarife geçiyorum artık;

Malzemeler;

Tart için;
  • 250 gr. margarin (ben tereyağı kullandım)
  • 2 yumurta
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 1 paket kabartma tozu
  • 1 paket vanilya
  • aldığı kadar un

Malzemelerin hepsini yoğurma kabına alıp, elimize yapışmayacak hale gelene kadar azar azar un ekleyerek yoğuruyoruz hamurumuzu, yumuşak bir hamur oluyor. Hazırladığımız hamuru tart kalıbımıza seriyoruz ve kabarmasını engellemek için tartın ortasına alüminyum folyo içinde bakliyat koyup 200 derecedeye ısıtılmış fırına atıyoruz tartımızı, kenarları kabarıp biraz renk değiştirince fırından çıkarıp folyo içindeki bakliyatları alıyoruz tartımızın üzerinden ve tekrar fırına bırakıyoruz çünkü biraz da üstünün pişmesi gerek. Hafif kızarıncaya kadar fırında tutup, çıkartıyoruz.

Kreması;

  • 250 gr süt (ben 2 su bardağı süt kullandım)
  • 1 çay bardağı toz şeker (1 su bardağı şeker)
  • 1/2 çay bardağı un (1 çay bardağı un)
  • 1 tatlı kaşığı buğday nişastası (2 tatlı kaşığı mısır nişastası (evde buğday nişastası yoktu da))
  • 3 yumurta sarısı (5 yumurta sarısı)
  • 1 çay kaşığı vanilya (1 paket vanilya)
(ben kremayı daha fazla istediğim için miktarları kafama göre arttırarak kullandım)
tüm malzemeleri ateşe dayanıklı bir kapta karıştırıp ocağın üzerine alın ve sürekli karıştırarak muhallebi kıvamına gelene kadar orta ateşte pişirin.

Fırından çıkardığım tart ve hazırladığım krema ayrı ayrı ılınıncaya kadar beklediler ve sonra tartın üzerine krema sürüldü. Üzeri isteğe göre süslendi. Kremayı tattım gayet güzeldi, çilekleri yedim gayet güzeldi ama hepsini birarada tatmak mümkün olmadı henüz, Salı günü mumlarımızı üfledikten sonra gelen tepkiler ve tartın tadı hakkında daha detaylı bilgi verebilirim sanırım :))

Afiyet şeker olsun.






5 Nisan 2008 Cumartesi

Kocaman Bir "Merhaba" :))




Ne heyecanlıdır değil mi ilk'ler…

İlk görüşler,

ilk günler,

ilk söyleşiler, ilk yemekler…

Hiçbiriniz kadar tecrübeli değilim sanal alem hakkında, ama çok hevesliyim, bakalım neler gösterecek bize geçen günler ?

Dün bir arkadaşımızın bebek mevlidine katıldık, herşey çok güzeldi, katılan herkese bugünün anısına fular ve çok şirin hazırlanmış süslü çikolatalar hediye ettiler, ben çok beğendim, ama herşeyden güzeli minik bebişti, öyle masum öyle şirindiki insan bakmaya doyamıyordu, kendini koklamaktan alıkoyamıyordu. Ben de eli boş gitmek istemedim, kurabiye hazırladım ve biraz süsledim, ilk tarif için çok uygun olduğunu düşündüğüm bu kurabiyeleri paylaşmak istiyorum sizlerle, heryerin o güzelim çiçeklerle bezenmeye başladığı şu güzel mevsimde bir miniminiye hediye edilmek üzere hazırlanan çiçek şeklinde kurabiyeler, çiçeklere konan kelebekler...

Bu kurabiyeler nişastalı, çok eskiden annemin bir arkadaşı yapmıştı ve hem benim hem de kardeşimin çok hoşuna gitmişti, yıllar sonra aklıma geldi ve tarifi internette araştırdım, link ekleyerek sizi orjinal halini bulduğum yere nasıl yönlendirebileceğimi ne yazıkki bilmiyorum ama adres söyleydi www.fatostuncay.blogcu.com . Fatos hanıma bana eski günleri tekrar yaşatan bu tarifi paylaştığı için çok teşekkür ederim. Ben hediye götüreceğim için hazırladığım kurabiyeleri satınaldığım metal saksının içine yerleştirdim. Tamam tarife geçiyorum;

Malzemeler;
  • 250 gr. tereyağı

  • 1 su bardağı şeker (ben biraz daha fazlasını kullandım)

  • 3 yumurta

  • 2 paket bugday nişastası (ben mısır nişastası kullandım)

  • 1 paket kabartma tozu

  • aldığı kadar un

Üzeri için;

  • Kuvertür çikolata (göz kararı kullandığım için ölçü veremiyorum)

  • Renkli pasta süsleri, damla çikolata

Öncelikle fırını açıp 200 dereceye ısıtalım. Oda sıcaklığındaki tereyağını ve şekeri birlikte yoğurun, şeker tamamen erimeli, yaklaşık olarak 10 dk. kadar yoğuruyorsunuz bu ikiliyi, süre uzun gelmesin, çok yumuşak olduğu için yorucu olmuyor. daha sonra yumurtaları ekleyip biraz daha yoğuruyoruz. Ardından geriye kalan malzemeleri ekliyoruz, yani nişastaları kabartma tozunu ve unu. Elinize yapışmayacak hale gelene kadar un ekleyin ve keyfinize göre şekillendirin, ben hamuru yaklaşık 1 cm kalınlığında açıp kurabiye kalıpları ile şekillendirdim mesela, sonra yağlı kağıt serili tepsiye dizip fırına atın. Fırında kalması gereken süreyi tam olarak veremiyorum ama çabucak pişiyorlar, üzerleri kızarmayacak ama kabartma tozunun etkisiyle kabaracaklar ve nişasta sayesinde üzerleri çatlayıp içi de ağızda dağılacak hale gelecek. Eğer bu tür kurabiyelerden hoşlanıyorsanız kesinlikle tavsiye ederim, hem kolay hem de güzel bir kurabiye.


Üzeri için ise; kurabiyeleri fırından çıkardıktan sonra soğumaya bıraktım ve kahve dünyasından aldığım kuvertür çikolatayı benmari usulü eritip, soğuyan kurabiyelerin üzerine sürdüm ve ardından özhan marketten aldığım renkli süsleme şekerlerini serpiştirdim (özhan marketi Bursa'da yaşayan herkes bilir, o yüzden isim verdim, hepinizin oturduğunuz şehirlerde bulabileceğini düşündüğüm mahalle marketlerinden biri). Süslü kurabiyelerimi çikolatalar sertleşene kadar buzdolabında beklettim. Artık hazırlar:))


Afiyet şeker olsun,